Program Ankara Şube Başkanı Mustafa Uludağ’ın takdimiyle başladı. Uludağ, ahlâk üzerine konuşurken ‘En güzel ahlâkı tamamlamak için gönderdiği’ son Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in üzerine olmasını dileyerek sözlerine islâm’ın temel kaynakları incelendiğinde onun bütün olarak bir Ahlâk nizamı ve koyduğu kurallarıyla da bir ahlâk disiplini olduğu görüldüğünü söyledi. Uludağ sözlerine islâm ahlâkı, yalnızca insan hayatının bütününü kucaklamakla kalmayacağını belirtti. Uludağ “Aynı zamanda yeryüzündeki canlı veya cansız bütün yaratılmışları, çevreyi, evreni ve bunların insanla olan ilişkilerini de kuşatır. İslâm, Müslümanların güzel ahlâk ile donanmasını, bütün kötü huylardan uzaklaşmasını, onların kalp ve ruh temizliğinde doruk noktaya ulaşmasını ister. İnsanı eğitirken onun hem davranışlarını, hem de davranışlarına yön veren duygularını eğitir. Onun iç dünyasında sevgi, şefkat ve merhamet filizlerinin gelişip boy atmasına gayret eder. Bizler, ‘Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini’ buyuran son Peygamber (s.a.v.)’in ümmetiyiz. O’nun yaşadığı güzel ahlâk, İslâm’ın kendisidir. Yani ilâhi ölçü ve kurallar içinde insanlığın en yüksek noktasına ulaşmak üzere uygulayacağı bir yaşama tarzıdır. İslâm ahlâkı, yeni ve eskimeyecek bir insanlık boyutudur” dedi.
Prof. Dr. Celal TÜRER sözlerine “Bugün sizlerle bir hasbihal gerçekleştireceğiz yani hallerimizi bir bir dökeceğiz.” diyerek başladı. Türer, “insanları insan yapan büyük davalara katılmaları değil; söz konusu davaları kendi şahsiyetlerinde tezahür ettirmeleridir. Pek çok halimizle ahlak fukarası görüntüsü verdiğimizi itiraf etmek gerekir. Bu husus her birimizin yaşadığı ya da karşılaştığı pek çok hadisede kendisini gösteriyor, bunu zikretmeye gerek yok. Neden bu haldeyiz peki? Biz mi ahlakı terk ettik ahlak mı bizi terk etti? Sahip olduğumuz değerler niçin bizi dönüştürmüyor? Değerlerimiz ahlaki bir kişilik inşa edilmesine kâfi gelmiyor mu? Bu sorulara kestirmeden bir cevap olarak ahlakı ya da daha modern anlamda ahlaki eylemi üretemediğimizin sebep olduğu söylenebilir. Bu noktada yaşadığımız ahlak problemini söylemlerle çözmemiz de mümkün değil. Meseleye büyük davaları da karıştırdığımız andan itibaren büyük davalar bu husustan yara almaktadır. Çünkü eğer büyük davalarla meseleleri irtibatlandırırsak söz konusu şahsiyetlerde ortaya çıkan hasar, davanın kendine hasar veriyor.” diyerek sözlerine devam etti.
Sahip olduğumuz ahlakın dünyayı ya da insanlığı kurtarması bekleniyor ne çare ki bizi ya da bizim evi kurtarmıyor diyen Türer, Müslüman olmak, mümin olmak sadece bir etiketti o etiketin içeriğinin dolması lazım. Davaları kamusal alanda aşikâr kılmak bizi yine dönüştürmüyor. Dindarlık artıyor mu? Dindarlık artmıyor. Dindarların kamusal alandaki görüntüsü artıyor. Etrafta görünmekle değiştirici etkisine ulaştırmıyor. Esas muhteva ile karşılaşmamız lazım, görünür olmak bizi ahlaklı niteliğe kavuşturmuyor. Sahip olduğumuz ahlakın dünyayı ya da insanlığı kurtarması bekleniyor ne çare ki bizi ya da bizim evi kurtarmıyor. Çocuklarımızı değiştiremiyoruz, çocuklarımızla ilişkileri değiştiremiyoruz. Biz 80li 90lı yıllarda kendi hikâyemizi yazdık. Bu masal hem bizi hem çocuklarımızı yordu. Bütün çocuklar kendi hikâyelerini masallarını oluşturmak durumunda, anlatacağı bir hikayesi olması durumunda. Bizim evi dönüştürmediğinin farkına varması lazım. Çoğunluk için gündelik hayat dediğimiz bu hayatı dönüştürecek unsurlara da sahip değiliz. Felsefe hakikat araştırmasıdır deniliyor ama bundan yıllar önce böyleydi. Bunu ortaya koyduğumuz anda değiştirme geliştirme gücümüz ortaya çıkıyor dedi.
Ahlak insan olma sürecini devam ettirdiğimizde karşılaşılan bir süreç olduğunun altını çizen Türer, “Öncelikle ahlak hiçbir zaman karşımızda ya da masa başında ya da kitaplarda duran bir hadise değil. Ahlak oluşan oluşmakta olan hala süregelen bir hadiseye, bir tezahüre işaret eder. Bunu nerden ifade edebiliriz. Ahlakın zaman ve mekân içinde her daim aynı şekilde tezahür etmediğini görebiliriz. Tam da anlamamız gereken hadise budur. Akış metaforunu hatırlarsak bir akış düşünün eşsiz tarih sahnesinde ahlaklı olmak gibi bir var olma biçimi ortaya çıkaracaksınız. Ahlak bu anlamda böyle tezahür ederken yarın farklı tezahür edecek. Tezahür eden, aslında değerlerin tabiri caizse yer değiştirilmesidir. Değerlerin önceliği ve sonralığıdır. Biz ahlakı genelde iç içe geçmiş 3 küre ile ifade edebiliriz. Birinci küre insanın davranışlarıdır. Bilinçli olarak ikinci küre ile irtibata geçer, ikinci küre değerlerdir. Ahlak küre değerlerin mevcut olduğu küredir. Batılı toplumlar ahlakı ikinci kürede algılıyorlar ve ikinci kürede ahlakı yaşıyorlar. Bizim için üçüncü küreye ihtiyacımız var, Allah’ın sıfatlarına yani. 3. Küre Cenab-ı Allah’ın sıfatlarının izdüşümüdür. İkinci küre bütün insanları kapsar İslam düşüncesi hakikatle bizi karşılar yani üçüncü küreyi kapsar. Ahlak her daim aynı şekilde tezahür etmediği için ahlaka karşı bilincimizin her zaman açık olması lazım. Ahlak insan olma sürecinde karşılaştığımız bir hadisedir. İnsan beşer doğar fakat insan olur. Beşerden insana olan yolculuğa ister din deyin ister ahlak deyin, geçmemiz gerekiyor. İnsan doğulmaz insan olunur. Dolayısıyla ahlakla biz insanoğluyken karşılaşıyoruz. Bireysel ve toplumsal anlamda içine girdiğimiz andan itibaren bizi olgunlaştıran olma sürecinde başka bir şey değildir. Olma ya da ahlaklı olma bir ömür boyu süren faaliyettir. İnsanın 20sinde ben oldum demesi mümkün değildir. Dolayısıyla ahlak insan olma sürecini devam ettirdiğimizde karşılaştığımız bir süreçtir.” belirtti.
Türer, gençlerin ilk yapması gereken kendi kültürünü tanımasının gerekliliğini vurgulayarak, “Ahlakı sadece kurallar mı oluşturur? Hayır. sizin seçimleriniz de oluşturur. Biz oluş derken özne ile değerler arasındaki irtibat oluşur. Bizler seçimler yaparız karşılığında değerler alanıyla ilişki kurmaya çalışırız. Bu ilişkinin bulmak istediği mevki gençliktir. Bu anlamda gençliğin kendisini, kimliğini bulabileceği yegane yer kültür ve medeniyet alanıdır. Bu kültür seviyesinde gençlik koordinatlarını bulur. Değerlerini nasıl karşıladığı görür. Gencin ilk yapması gereken kendi kültürünü tanımaktır. Kültür manevi başarılar alanıdır. Hepsi geçmişin ve şimdinin başarılar alanıdır. Seçecek, değerlendirecek onlarla hesaplaşacak. O kadar büyük bir yığın var ki bu alandan nasıl seçeceğine bakacak. Gelenek mutlak iyi, modernlik mutlak kötü olarak anlaşılıyor. Hem gelenek hem de modernlikte genç kendine bir inşa oluşturacak. Ahlak özneden çıkma bir oluşma hadisesidir. Ahlakı genelde biz kendi dışımızda tabiri caizse değerler alanı var bu değerler alanına olta attığımızda bizi olduran bir alan gibi düşünüyoruz. Bizi çerçeveleyen değerler alanı varoluşumuzu yönlendiren pusula hükmündedir. Somut değillerdir soyutturlar, varlıktan kaynaklıdırlar. Her daim bir şekilde bizi belirler.” dedi.
Ahlak hiçbir zaman tek başına bir bilme değildir; bir farkındalık, bir bilinç hadisesidir diyerek konuşmasına devam eden Türer, “Değerlere bağlanabilmek, bir farkındalık işidir. Ben öğrencilerime söylerim kütüphaneye girdiğinizde yüz bin kitap Ayşe beni oku der aslında. Beni oku diyen yüz bin kitabın bazılarının sesini dinlersiniz. Birinci hadise tezahürdü ikinci bu tezahür alanı içinde değerler alanı sizi değiştirir siz katkıda bulunursunuz. Üçüncüsü değerler alanı bize her ne kadar çağrı yapsa da bu sesi alabilmek sizin ahlak bilincinizle alakalıdır. Değerler her ne kadar bizi sarsa da sizin onu algılamanız ahlak bilincinizi açık tutmanıza bağlıdır. Keşfettikçe ahlaklı olma hadisesi ile karşılaşıyoruz. Ahlak bir duyarlık hadisesidir. Varoluş değiştikçe siz o duyarlılığı her daim taşırsınız. Ahlak hiçbir zaman tek başına bir bilme değildir bir farkındalık bir bilinç hadisesidir. Dört ahlakın bir toplumda bir zaman ve mekanda var olma biçimi ister istemez benim ahlak anlayışıma da etki eder. Antik yunanın töreye dayalı ahlak küresi ortadan kalkınca o küreyi evrensel kılma girişimine girmiştir. Ancak ahlakın böyle bir evrenselliği yoktur. Burada ifade etmeye çalıştığım Antik Yunan kendi geleneksel ahlak küresinden daha evrensel küreye geçme arayışında bulunmuştur. Yaşama dünyasını oluşturan süreçlerden etkilenir ahlak. Ahlak temelde ahlaki failin tercihleriyle başlasa da diğer ahlaki faillerle birlikte ortaya çıkan bir hadiseye işaret ediyor. Ahlak aslında özneler arası ilişkide ortaya çıkanı ifade eder. Benim dediğimin olması ahlakilik değildir. Ahlaki faaliyet bir uzlaşma faaliyetidir. Yaşama alanını geliştirsek ve o farklı olan bizim içimizde gelişse ne olur, hiçbir şey. Değerler alanı hiçbirimizin malı değildir. Cömertlik eğer bir değerse a şahsı da b şahsı da o değerler alanını değerlendirirken değerlerden pay alır. Bu değerler alanı kimsenin malı değilse buna saygı göstermekten başka çareniz yoktur. Ahlak aslında başkasının değerine nasıl saygı göstereceğimizi gösteren bir alandır. Değerler alanı insanlığın ortak bir alanıdır, bütün insanların katıldığı bir hadisedir. Farklı görüşler de sizi zenginleştirecek olanlardır. Felsefenin en önemli özelliği çoğulcu olmasıdır. Toplumsal alan bireyselliği götürmez ortak alanlarımız olması gerekmektedir. Kozmik ufuklarımızı başka tecrübelere açarsak kendi tecrübemizi zenginleştiririz. Bütün insanlar güven arayışı duyuyorlar, fiziksel dünyadaki karşılığı adalettir. İnsan fiziksel âlemde emanı devam ettiriyor ama metafizik alanına geçiyor. Eman alanını , adaleti sağlayan toplumlar bir şekilde ortaya koyabilirler. Metafizik alemine geçtiğimizde imanın da delalet ettiği tek şey tevhittir. Batılılarla bir araya geldiğinizde aranızda mesafe vardır, bir buçuk metre. Dolayısıyla başkalarıyla birlikte kamusal alanı oluşturacağız, dindarların yapması gereken en önemli iş dini tekrar tayin etmek. Hala teolojik akılda kaldı dindarlar. Kamusal alanı nasıl oluşturacağımız en önemli meseledir. Yatay alanda kamusallığı ortaya koyamazsak dindarlığın tezahürü gözükmez. Ahlak bu unsurlara dayansa da bundan daha fazlasını istiyor. Ahlak her zaman kişi ilişkisi olsa da söz gelimi bütün bunlar yeter sebep olsa da ahlakta nihai aşama ahlaki failin kâmili olması hususudur. Var oluşta hiçbir zaman insanı kâmiller ahlak erleri eksik olmaz. Ahlakı gösterecekler ahlaki ufkumuzun ne olması gerektiğini gösterecekler. Örnek Peygamberimiz. Sokrates ahlak öğretilebilir mi diye soruyor ahlak teknik anlamda öğretilemez, gösterilir. Ahlak erlerinin mevcut olması gerekir. Günümüzde toplumlarda ahlak erleri maalesef azaldı. Benim kendi kanaatim ahlaklı insanlar çoğaldıkça ahlakın kendisi de yaşama dünyamızda kendini daha çok hissettiriyor. Yaşamak birbirimizden öğrendiğimiz faaliyettir. Terbiye ya da eğitim kelimesi muazzam bir kelimedir. Eğitim şart, eğitimle tüm problemleri çözeriz. Geçmişte terbiye, talim, tedip eğitimin karşılığıydı. Terbiye çocukluktan ölene kadar her anlamda öğrendiğiniz bir hususiyete işaret eder. Terbiyenin mektebi yoktur, varoluşun her safhasında gerçekleşir. Talim öğretilen bilgidir. Okullarda talim yapılır. Eskiden okullarda terbiye de yapılırdır. Talim her daim bir mekânda yapılır. Terbiyenin ana öğreticisi aile ve toplumken taliminki öğretmendir, muallimdir. Terbiye yazılı değildir, yereldir. Talim evrenseldir. Terbiye yapmayla talim bilmeyledir, yaşam alanında bunu buluştururuz. Hayatın içinde olması lazım bir şekilde, bilmekle yapmanın bir araya gelmesi yaşamaya işaret eder. Nasıl yaşamamız gerektiği nasıl ahlaklı olacağımız nasıl insan olacağımız meselesidir. Bunların eşit olduğunu söyleyebiliriz. Her daim ahlaki bilincimizin uyanık olması gerekir diyerek Prof. Dr. Celal Türer sözlerini sonlandırdı.
Program sonunda Kur’an-ı Kerim tilaveti gerçekleştirilerek Türer’e plaket verilerek program son buldu.